ölüm

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan ZERO
  • Başlangıç Tarihi Başlangıç Tarihi

ZERO

Üye
cok garip degil mi ölüm.ailenden sevdiklerinden ayrılıyorsun unutuluyorsun.yok oluyorsun
sizler ölüm hakkında neler düsünüyorsunuz.sanki bi yolculuk mu desek bir sessiz gemimi desek nedesek bilmiyorum.ama ben cok korkuyorum sanırım içim bi garip oluyor :cry:
 
SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
 
ZERO dedi:
cok garip degil mi ölüm.ailenden sevdiklerinden ayrılıyorsun unutuluyorsun.yok oluyorsun
sizler ölüm hakkında neler düsünüyorsunuz.sanki bi yolculuk mu desek bir sessiz gemimi desek nedesek bilmiyorum.ama ben cok korkuyorum sanırım içim bi garip oluyor :cry:

Bu dünya için yaratılmadığını bilen,

dünyada cenneti yaşamayı saçmalık sayan

hakka karşı görevlerini yerine getiren kişi ölümden korkmaz çünkü devamlı aklının bir köşesindedir ölüm .
 
Ölümün Fizikî Mânâsı
Prof.Dr. Osman ÇAKMAK
İnsanı bütün maddî varlığından koparacak olan ölüm hâdisesi, insanın düşünmek dahi istemediği bir kâbus, onu görünüşte bütün sevdiklerinden ayıran bir yok oluştur. Halbuki insanın yaratılışında sonsuz bir yaşama arzusu bulunmakta ve bunun gereği olarak ölümsüzlüğü istemektedir.

Günümüzde ölüm olayı bilimsel araştırma alanına girmiş bulunuyor. Konu, çok sayıda bilim adamı tarafından inceleniyor. Değişik metotlarla ölümün sırrına erişilmeye, ardındaki gerçeklere ulaşılmaya ve ölümden sonraki bir hayatın ihtimalleri ortaya konmaya çalışılıyor. Bu çalışmalar ölüm sonrası hayatın varlığı üzerine sondaj anlamına gelmektedir.

İnsanın fizikî bedeni gerçekte trilyonlarca hücrenin düzenli ve uyumlu bir organizasyonudur. İnsan bedeninde her an milyonlarca eski hücre ölür ve yenileri ortaya çıkar. Gençlikte beden, kaybettiği nisbette yeni hücre üretebilir. Ancak, ileri yaşlarda bedenin hücre sayısında azalma başlar. Beyin hücreleri belirli bir yaştan sonra yenilenemez. Daha ileri yaşlarda kaybedilen hücre miktarı gitgide artar ve sağlam hücre sayısı azalır. Böylece hayat yavaş yavaş dengesini kaybeder. Gelir-gider dengesinin bozulmasıyla bedenin ahengi ve nizâmı bozulmaya yüz tutar, ister istemez ölüm ufukta görünür.

Ölümün Belirtileri ve Gerçekleşmesi
Bir organizma için ve özellikle en karmaşık organizmalardan biri olan insan bedeni için ölüm anının tam olarak tespiti tartışmalı bir durumdur. Ölüm anının tam ve kesin tespiti için değişik metotlar uygulanıyor. Ölen bir kişide klâsik olarak bir takım belirtilerin olduğu kabul ediliyor. Ölümle ilgili araştırmaların ifade ettiği ölüm öncesinde bir can çekişme devresi vardır. Ani ölümlerde bu safha kısa, kronik hastalıklarla ölümlerde ise saatlerce ve hattâ günlerce sürebilmektedir. Ölüm belirtilerinin başlıcaları şöyledir: Deri solgunlaşır ve esnekliğini kaybeder. Gözde, retinanın damarlarında kan dolaşımının durduğu görülür. Kaslar gerilimlerini kaybeder ve şişkin kısımlar gittikçe yassılaşır. Solunum durur. Nabız kaybolur. Ceset git gide soğuyarak çevre ısısı derecesine düşmeye başlar. Ölümden 2-3 saat sonra kas liflerinin katılaşması sebebiyle de ölüm sertliği başlar.

Bütün bu belirtilere rağmen ölüm anının kesin olarak tespiti imkânsız görünüyor. "Yalancı ölüm" olaylarının dışında öldüğü kabul edilen bir çok kişinin, bir süre sonra dirildiği biliniyor. Lyall Watson'ın Ölüm Yanılgısı adlı kitabında aktardığı bilgiye göre, Deneysel Reanimasyon Fizyolojisi Lâboratuarı'nın ölüm tarifi şöyledir: "Şuur, refleksler, solunum ve kalb atışları gibi bütün hayat belirtilerinin son bulduğu, ama bir bütün olarak organizmanın henüz ölmediği, dokulardaki metobolik süreçlerin devam ettiği ve belirli şartlar altında bütün fonksiyonların yeniden başlatılacağı bir durum.."

Sözünü ettiğimiz bu belirtiler aslında ölümün sadece dış görünüşü ve fizikî seviyedeki anlatımıdır. Ancak gerçekte, ölüm anında bu dış görünüşün dışında, fizik bedenden ayrı olarak birtakım ilginç, karmaşık ve henüz bir çok noktası açıklanmayı bekleyen hâdise ve değişimler de yer almaktadır.

İkinci Beden Kavramı
İngiltere'deki Southampton Hastanesi bilim adamları, ölümün hemen öncesinde yaşanan hâdiseler üzerine yaptıkları araştırmada, klinik olarak ölü kabul edilen kişilerin pek çok duyguyu yaşadıklarını tespit ettiler. Beynin fonksiyonlarını yitirmesinin ardından, yani hastanın klinik olarak ölü kabul edildiği dönemde, yaygın anlayışın aksine, hastaların çeşitli hisleri bulunduğuna dikkat çeken bilim adamları, bunların başında mutluluk gibi duyguların geldiğini belirtiyorlar. Bilim adamlarına göre, bu çeşit hastalar ayrıca zamanın aktığını anlayabiliyor ve ışığı algılayabiliyorlar. Southampton Hastanesi'nden Dr. Sam Qarniea ve Dr. Peter Fenwick'in yaptığı araştırmada, ölümün eşiğinden dönmüş 63 kalp hastasıyla yapılan röportajlardan faydalanıldı. Dördü klinik olarak ölü kabul edilen hayata dönmüş 63 hastayla konuştuklarını belirten araştırmacılardan Dr. Fenwick, "Akıl ve beyni birbirinden bağımsız değerlendirmek mümkünse, bu ölüm sonrasında şuurun uyanık kaldığı sorusunu gündeme getiriyor." diye konuştu. Bu araştırmanın neticeleri bütün dünyada yeni tartışmaları da beraberinde getirmektedir.

Modern tıbbın öldü gözüyle baktığı altı kişi, beyin fonksiyonlarının çalışmaz olarak tarif edildiği sırada; önce çok parlak bir ışık hüzmesi gördüklerini, daha sonra ise tarifi çok güç, mutlu ve huzurlu bir dünyaya girdiklerini söylediler. Uzmanlar, birbirlerinden habersiz olarak yapılan araştırma sırasında altı kişinin de aynı ifadeyi kullanmasının gözardı edilemeyeceğini belirttiler.

Ölümü şuurlu bir şekilde değerlendirmenin dışında, ani ölümcül kazalara uğrayan kişiler ise, kaza anında kendilerini çok rahat ve huzurlu hissettiklerini söylüyorlar. Lyall Watson, 'Ölüm Yanılgısı' adlı kitabında böyle anlarda, geçmişteki anıların canlandığını ve insanın bütün hayatının bir film şeridi gibi gözünün önünden geçtiğinden söz eder. Watson tespitlerini şöyle sürdürüyor: "Anılar, yerlerini son derece mistik bir ruh hâline bırakarak yok olmaktadır. Komaya giren hastabakıcı, vecd içinde Tac Mahal'in bir resmini seyretmekte olduğunu hatırlamakta; uçuruma yuvarlanan bir dağcı ise, anılarını şöyle anlatmaktadır: 'Bedenim kayalara çarparak ezilip parçalanıyordu, ancak şuurum bu fizikî yara ve acılardan bütünüyle bağımsızdı, onları hissetmiyordu bile."

İnsanlar görünen fizik bedeni dışında görünmeyen ve öldükten sonra da varlığını sürdüren başka bir bedeninin varlığını hep hissetmişlerdir. Şimdi ise bir çok araştırmacı ve uzman kişi de, ikinci bedenin varlığından söz etmeye başlamışlardır. Bu bedene "astral" "eterik", "duble" gibi adlar takıldığını görüyoruz.

Bir kısım bilim adamları tarafından önceleri üzerinde pek durulmayan ikinci beden kavramı; günümüzde bilimsel olarak belirlenmiş ve fotografları bile çekilebilmiştir. Uzun yıllardır araştırmacılar, yüksek frekanslı elektrik akımına yerleştirilen insan bedeninden yayılan parlak ışığı araştırıyorlardı. Canlılarda bir tür "kalıp enerji"nin, başka bir deyişle bir tür "enerji beden"in varlığına ilişkin bazı deliller elde edilmişti. Neydi bu enerji beden? Nereden kaynaklanıyordu?

Madde ve Enerji İlişkisi
İzafiyet Teoremi, madde hakkındaki görüşlerimizi çok derinden sarsarak değiştirmiştir. Kütlenin yalnızca enerjinin bir beliriş biçimi olduğunu ortaya koymuştur. Öte yandan enerji ise, aktivite, süreç ve hareketlilik ile ilgili olan bir çokluktur. Bir parçacık kütlesinin belirli bir enerjiye eşdeğer olması, söz konusu parçacığın statik bir nesne olarak algılanamıyacağı sonucunu doğurmaktadır. Buna göre bir parçacığın kütlesi dinamik bir varlık, yani enerji sürecinin kendisini dışa vurması ise, "kütle" biçiminde olacaktır.

Son yıllarda yapılmış olan yüksek enerji dağılma deneyleri bize, parçacık dünyasının dinamik ve sürekli olarak değişen yapısını çok çarpıcı bir biçimde göstermiştir. Bu deneyler sonucu, maddenin tamamen değişken bir varlık olduğu ortaya çıkmıştır. Buna göre bütün parçacıklar, başka parçacıklara dönüştürülebilmektedirler. Parçacıklar enerjiden oluşturulabilirler, ya da tamamen enerjiye dönüştürülebilirler. İçinde bulunduğumuz dünyada, "temel parçacık", "maddî öz" ya da "yalıtılmış nesne" gibi klâsik kavramlar artık mânâlalarını kaybetmişlerdir. Böylece evrenin bütünü, birbirinden sıyrılamayan ve bağımsız olarak varolamayan enerji olaylarının olağanüstü bir dokusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kütlenin bir enerji şeklinden ibaret olduğunun anlaşılmasıyla, modern fizik; kütlenin sabit bir vücuda sahip maddî cisimcik anlayışından sıyrılıyor, ve atomlar maddenin özü ve temeli değil, "enerji hüzmeleri" olarak görülmeye başlanıyordu. Enerji ise, hareket ve faaliyetle ilgili bir kavramdı.

Kuvvet ve madde ise, parçacık olarak adlandırdığımız dinamik olay ve yapıların çeşitli varsayımları ile ortaya çıkmaktadır. Ve bunlar birbirlerinden ayrı değildir. Onları daha çok aynı hakikatın farklı tezahür biçimleri olarak düşünmek daha doğru olur.

Kütlenin esasen enerjinin bir biçiminden başka bir şey olmadığının keşfedilmesi yanında enerjiye seyrek bir madde nazarıyla bakıldı. Artık modern fizikte kütle, maddî bir öz ile bağlı tutulmamakta ve bundan dolayı da parçacıkların temel bir "maddeden" oluşmadıkları kabul edilmektedir. Artık parçacıkların bir enerji demeti olarak algılanmasına başlanmıştır. Fakat enerji, faaliyetle ya da süreçle ilişkili olduğundan, neticede atomaltı parçacıkların mahiyet olarak dinamik olduğu düşünülmeye başlanmıştır.

Bu dinamik kalıplar, veya "enerji demetleri" maddeyi meydana getiren ve ona makroskopik açıdan sert bir görünüm sağlayan sağlam nükleer, atomik ve moleküler yapıları oluşturmaktadırlar. Böylece biz de, maddenin bir takım maddî özlerden meydana geldiği gibi hatalı bir sonuca varmaktayız.

İnsanoğlunun nesiller boyu, deneme-yanılma yoluyla doğruyu bulma gayretleri, herşeyin mahiyetini öğrenme arzusu, bilimin sınırını ışınlardan da öteye vardırmış ve metafiziği bilimin gündemine sokmuştur. Âlemin bilimini yapmak, işleyiş prensiplerini ortaya koymak, Allah'ın insanlara bahşettiği merak etme, yorumlama ve araştırma kabiliyeti sayesinde bugün bilim, bilinmeyenlerin sınırlarını zorlamaktadır. Bilimin giderek inceleşmesi ve ilerlemesi, araştırmacıları maddeden öte varlıkları keşfetme ve yapısını sorgulama aşamasına vardırmıştır.

Tabiatın derinliklerine inildikçe, enerji denen, mekânda yeri olmayan ve zaman boyutunun dışında kalan ışın türü yapıları incelemeye aldığımızda, alışageldiğimiz bilimsellik çerçevesindeki kavram ve tasarımları iptal etmek gerekir. Çevremizin sahip olduğu boyutların ötesine doğru gidildiğinde, mekanistik kavramların geçerliliklerini yitirdiği ve yerlerini "organik" kavramlara terkettiği görüldü. Bu yeni kavramlar ise, manevî temelli özellikler ile dikkatleri çekmektedir.

Kirlian Fotograf Tekniği
Varlıkların sadece görünen maddî yanlarından ibaret olmadığını, madde ve enerji perdesinin arkasında daha nice esrar saklandığını bu yöndeki gelişmeler bize söylemektedir. Bu gelişmelerden birisi canlılarda bir de enerji bedenin varlığını ortaya çıkaran ilginç bir olay, 1940'lı yıllarda yaşandı. Eski Sovyetler Birliği araştırmacılarından Semyon ve eşi Valentila Kirlian'lar, yüksek frekans alanı içindeki canlı organizmalar üzerinde bir fotograf tekniği geliştirdi. Kirlian ekibi yıllar süren çalışmaların sonucunda, insan, hayvan, bitki ve bütün canlıları kuşatan bu enerji alanının fotograflarını çekmeyi başardılar. Bu icatları, hastahanede yaptıkları bir gözlem sayesinde olmuştu. Bir hasta üzerinde uygulanan şok tedavisi sırasında cam elektrotlar aracılığıyla hastanın cildi üzerinde şerare atlıyordu. Bundan ilham alarak, Semyon Kirlian, cihazı evinde kurarak ilk denemeyi kendi üzerinde yaptı. Deneme sırasında hafif bir elektrik şoku ile birlikte mavi bir şerare görmüş, fotograf filmini banyo ettiği zaman da, parmağının silüetini elde etmişti. Parmağından çıkan alev alev ışımalar bu ilk fotografta açıkça görülüyordu.

Bu tekniğe, mucitlerinin isimlerine atfen "Kirlian Fotografçılığı Tekniği" deniyor. Kirlian Kamerası, Rusya'daki bir çok üniversitede hayli ilgi gördü. 1968'de V. Inyushin, W. Grisshchenko, N. Vorobev, N. Shoinki, N. Federova ve F. Gibadulin adlı doktorlar, ortak bir bildiride şöyle demişlerdi: "Bütün canlıların, sadece atom ve moleküllerden yapılmış bir fizik bedenleri değil, aynı zamanda bir de bunun kopyası olan enerji bedenleri vardır." Bu ikinci bedene; "Biyoplazmik Beden" adını vermişlerdi.

Biyoplazmik Beden ve Canlılık
Bitkiler üzerinde yapılan çalışmalarda; solgun, kurumak üzere bulunan bir yaprak ile dalından yeni koparılan bir yaprağın çevreye yaydıkları ışıma arasında büyük fark olduğu gözlenmiştir. Dalından yeni koparılan bir yaprağın arka arkaya çekilen fotograflarında, ışımaların sürekli olduğu ve değiştiği görülmektedir. Ölü yaprakta ise hiçbir ışıma bulunmamaktadır. Yani canlılığın yok olmasıyla bu ışıma da, ona bağımlı olarak yavaş yavaş yok olmaktadır. Bir kısmı koparılan yaprağın çekilen fotograflarında ise kopan kısım tam olarak görülmekte, ancak bir süre sonra bu kısma ait enerjik alan kaybolmaktadır. Canlılar yavaş yavaş ölürken, biyoplazmik bedenin kıvılcım ve alevleri dışa doğru fırlamakta ve sonra kaybolmaktadır.

Her şey çift yaratıldığından, fizik bedenimizin ikizinin, İslâmî literatürde "misâlî beden" olduğu belirtilir. Kirlian fotograf tekniği ile tespit edilebildiği anlaşılan misalî bedenin, daha başka birçok isimle de anıldığını görüyoruz. "Gılâf-ı nurani", "lâtife-i seyyâle", "esirî beden", "enerji beden", "ikinci beden", "perisperi", "duble", "astral vücut." İkinci bedenin aynı zamanda ruha kılıf ve elbise vazifesi gördüğü bildirilmektedir. Vefattan sonra da ruh, İlâhî hikmet gereği maddî kılıfı olan cesedi atar ama, misâlî bedeni çıkarıp atmasına izin verilmez.

"Rusya'da Tanrıya Dönüş" adlı kitapta bu meselelerle alâkalı uzun açıklamalar vardır. Meselâ bir grup doktor şöyle demektedir: "Bütün canlıların atom ve moleküllerden yapılmış fizikî bedenlerinin yanısıra, bir de bunun kopyası enerji bedenleri vardır..."

Amerikalı doktor Watters, yaptığı bir deneyde elli kadar çekirgeyi eterli pamuklara sarıp, öleceklerini tahmin ettiği andan itibaren odaya su buharı salarak fotograflarını çekti. Neticede öldükleri anlaşılan 13 çekirgenin hayallerinin tespit edildiği görüldü.

Sovyetler Biriliği'nde beden dışı seyahat yapabilen yogiler üzerinde çalışılmaktadır. İnsanlar kriz, koma veya trans halinde ve anestezik tesir altında enerji bedenlerini kendiliklerinden dışarı atabilmekte, ruhları enerji bedenleri ile temessül etmektedir.

Temessül, herhangi bir keyfiyette görünme demektir. Melekler de, cinler de temessül edebilir. İnsan düşüncesi de temessül ettiğinden Ted Serios (1960'lı yıllar) isimli bir Amerikalı, fotograf makinesi objektifine konsantre olarak baktığında, beynindeki düşüncenin kameradaki filme nakşedildiğini görmüştür.

Evet, mücerret eşya fizik evrene tesir ediyor. Ve gün geçtikçe bunun delilleri artıyor. Rüyalarda hakikatler, kabirde ameller temessül eder. Ruh ise, ona kılıf olan misâlî bedeniyle temessül edince, kendisine (yani o şahsın maddî bedenine) benzediğini görürüz. Rüyada maddî bedenimizin istirahata çekilmesiyle ilginç bir mekanizma, misâlî bedenin cesetle bağıntısını koparmadan "misâl âlemi"ne götürür. Misâlî vücud zamansız ve mekânsız âlemde nice faaliyetlerde bulunur ve nice şahıslarla (fakat onların duble bedenleri ile) buluşur. Ölüm olayında ise misâlî vücut hiçbir bağıntı kalmamak üzere cesetten ayrılır. Yeni "bedensiz ruh"; "Berzah" âlemine uçarak yeni hayatına başlar.

Durugörü Medyumluğu ve İnsan Aurası
Nice sırların düğümlendiği ve kâinatın hizmetine verildiği insanoğlunun herbir ferdi de farklı bir âlemdir esasen. İnsanlar ortak özelliklere mâlik olsa da bazılarında değişik bir ruh hassasiyetinin olağanüstü gelişmiş olduğunu görürüz. Bu hassasiyet bazılarında kendini "durugörü" kabiliyeti şeklinde ortaya koymaktadır. Bu şahıslar bizim göremediğimiz bazı şeyleri gündüz, gözü uyanık halde veya trans hâline geçerek görebilirler. Enerji âlemini misâlî bedenleri müşahade için yaratılmış olan ve rüyada kullandığımız "ikinci gözler", normal hayatta da kullanabilmektedir. Bu şahıslar, insanların çevrelerinde renkli bir aura müşahede ettiklerini söylerler ve auranın hastalık ve sıkıntılı durumlarda renk değiştirdiğini, farklılaştığını belirtirler. Hattâ bu auradan insanın kişilik yapısını ve karekterini dahi anlayabilmektedirler.

Bu tür hassas kişilerin ölmek üzere olan insanlar üzerinde yaptıkları gözlemlerden ise son derece ilginç ve açıklayıcı sonuçlar çıkmaktadır. Bunların gördüklerinin incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Gözlemlerden çıkan sonuçlara göre, normalde canlılarda var olan ve kendisini aura şeklinde gösteren enerjik beden, ölüm anında fizik bedenden ayrılmakta ve beden dışında şuurlu bir şekilde hareket edebilmektedir. Âdeta fizik bedenin ölmesiyle ikinci beden, hayatiyet kazanmaktadır.

Davis'in Gözlemleri
Ünlü Amerikalı durugörü uzmanı Andrew J. Davis'in bir kadının ölümü ile ilgili gözlemi şöyledir: "Kadında, canın çıkış sırasında bedeninin beyin kısmında meydana gelen ve her an artmakta olan güçlü bir yoğunlaşma beliriyordu. Yoğunlaşan bu şey, çırpınmalar azaldıkça ve bedendeki sarılık arttıkça, parlak ve ışık saçan bir hâl alıyordu. Can çekişme sırasında görülen bu çırpınışların çekilen acı ile herhangi bir ilgisi olmayıp, ruh tarafından hissedilmezler. Bunlar tamamıyla organik olan birtakım hareketlerdir. Ölüm anı yaklaştıkça bedenin organları, boşalan torbalar gibi birer birer yatağa seriliyor, buna karşılık hastadan ayrı olarak, esirî (ruhî) bir bedenin oluşumu tamamlanıyordu. Can çekişen hastadan ilk kurtulan, esirî bedenin baş kısmı oldu ve yavaş yavaş diğer kısımları da ayrılarak tam ruhî bir beden olarak kadının başucunda ayakta durdu. Bu iki bedeni birbirine göbeklerinden, 'hayat bağı' dediğimiz parlak bir kordon bağlıyordu. Bu kordon kopunca bir parçası cesette kaldı. Herhalde cesedin derhal bozulmasını engelleyen budur. Kadının ruhî bedenî serbestliğe yavaş yavaş alıştı ve birdenbire ne yapacağını kestirmiş gibi harekete geçerek evden çıktı.'

Yalnızca bir örneğini almakla yetindiğimiz böylesi gözlemlerin müşterek özellikleri, ölen kişinin bedeninden çıkan bulutumsu görüntüde ve bedene benzer bir nesnenin, bedene mânevî ışın türü bir kordonla bağlı olması ve kordonun kopmasıyla bu bedenin nereye gideceğini biliyormuşcasına yolunda gitmesi şeklinde sıralanmaktadır.

Bu gelişmelerin ortak noktası, bedenimizin bütün organlarına tesir eden; onu canlı, şuurlu ve fonksiyonlu hâle getiren ruh ve misalî bedenin varlığının, bilim aynasında daha iyi görülmesidir. Ölüm denen olayın ikinci bedenin cesetten sıyrılmasından başka bir şey olmadığı, yokluğa ve hiçliğe yürümek değil, herkesin bir bir toplandığı yeni bir dünyaya geçiş köprüsü olduğu daha iyi anlaşılmaya başlanmıştır.
 
ölüm sonsuzluğun başlangıcıdır.önemli olan bu sonsuzlukta nasıl yaşayacağındır onun içinde bu dünyada ne yaptın yaptın...bence namazla başla.mevlana ölümü bir gerdek gecesi gibi görmüş.ne kadar güzel dimi..selametle
 
Elbette herkesin kendi görüsüdür ama bende ölümden korkanlardanım, dinsel inançlar avutmuyor beni.
Dünyada en çok hoşuma giden, seçebilme özgürlüğü, yani insan bu dünyada sonsuz olasılıklar içinde kendine göre seçimler yaparak yaşamına şekil vermenin sihrini yaşıyor.
Ölümün bence en güzel tanımı, olasılıkların son bulması.
Dünya insan öldükten sonrada devam ediyor, bunu bilerek dünyadan ayrılmak kolay değil.
Artık onun nefes alıp veren, onun oluşumunda kendi çapında belirleyici olmaya devam edemeyeceğini bilmek çok acı birşey.
Yaşlanmakta öyle, yıllar önce, beni çok etkileyen bir Jack London hikayesi okumuştum.
Şimdilerde çaptan düşmüş, zamanının en güçlü boksörünün hikayesiydi.
Diyordu ki, kim gençliğe karşı koyabilmiş ki, sen karşı koyacaksın.
Dünya olanca gücüyle, yeni gençleri bulup ortaya seriyor ve bu sürekli yenileniyor, senin yitirmekte olduğun her sene, bitip tükenmeden yeni gençler türüyor.
"Gençlik" hepimiz bir zamanlar buyduk, hatta şimdi bu "gençlerdeniz".
Enerjisi tükenmeyecek gibi, hiç ölmeyecek gibi yaşamanın tadını çıkartıyoruz.
Tıpkı yaşamda olduğu gibi gençlik konusunda da insanın sırasını savması kolay olmayacak.
Bence bunun zor olması, acı vermesi çok doğal.
Hayatı sevmek, genç olmaktan coşku duymak bence çok doğal, ve haliyle bunu yitirecek olmaktan üzüntü duymakta doğal.
Bu benim kişisel görüşümdür, konuya dinsel açıdan yaklaşmak istemediğim için bunları yazdım, elbette herkes istediği gibi yaklaşabilir yaşam ve ölüme...
 
HAZİRANDA ÖLMEK ZOR


orhan kemal'in güzel anısına


işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete


sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak


sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur


çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara


sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri


asacaklar aydemir'i
asacaklar gürcan'ı
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi


asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!


sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı


işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak


ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?


asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?

kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet!»

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?


«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara


nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?


yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın


gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!




Hasan Hüseyin
 
Maddi kaygılarla çabalayıp durduğumuz esasında amaçları çok basit ve değersiz olan bu çileli hayatımızda bağzılarımız böyle durup bir düşünüyor sonumuz ne olacak ee sonra ne olacak diye.
Ne olmuş yani zengin olacaksam, evleneceksem, gezip tozacaksam, çalışıp didineceksem, yorulup yaşlancaksam ne olacak yani hep aynı filimi defalarca seyretmek gibi.

Bilim kendi dogmaları içinde çalışıyor bu konularda, din ve felsefe de kendi sınırları içerisinde

Bana sanki düz yoldan saha ve sola çapraza sapan iki kişi gibi geliyor

Buradaki endişe ve hatta paranoya şudur, ayağımızı yere sağlam bastığımızı, kendimize iyi bir hayat hazırladığımızı düşünürsek, bunların hepsi birgün yok olacak o sağlam bastığımız ayağımız bir gün toz toprak olacak,

Peki bu ruhumuzu da sağlam kazığa bağlamış oluyor muyuz acaba

İnsan en çok ta Cennet ve Cehennem hususunu düşünüyor

Bu son üç paragraf felaket tellallığı gibi sanki

Yoksa reankarnasyona mı inansak

Ne yapsak rüyayamı yatsak

Bende böyle büyük bir boşluk ve bunalım içerisindeyim aslında insan öyle bir düğüm oluyor öyle tıkanıyorki söz ile izahı mümkünsüz
 
Dinsel inanış insanı ölüme karşı rahatlatır, gerçekten imanı sağlam bir insan yaradanına kavuşacağı ve asıl sonsuz hayata ulaşacağı için sevinebilir.
Ben Tanrıya inanıyorum, ölümün ne olduğuna dair bir fikrim olmamakla beraber iyimserim ölümün son olmadığı konusunda.
Ancak cennet düşüncesi beni hiç avutmuyor.
Açıkcası şu da var, sağlıklı bir insan olarak ölüme ve dünyaya bakmaktayız.
Bunu unutmamak lazım, yani sakat, çok çirkin, ne bileyim, hayat içinde mutlu olma şansı bizlerden çok daha düşük birisi için, dinsel inanışları olmasa bile reenkarnasyon gibi çıkış noktaları aramak mantıklı olabilir.
Ancak yaşamaktan memnun, ortlama bir insan olarak, ben dinsel huzurdan yoksun biri olduğumuda ekleyerek kendime göre bir çözüm yolu biliyorum.
Benim gibi insanların yaşamına anlam katacak temel şey, kendini aşan bir iş yapmaktır.
İş derken, bu bir anlık birşey değildir.
Bu çok büyük bir holding kurmak olabilir, harika resimler yapmak ya da güzel bir roman yazmak olabilir.
Ya da çok güzel bir aile kurmak ve harika evlatlar yetiştirmek olabilir.
Yani insanın kendi izlerini taşıyan, kendisinden sonra varolmaya devam edecek, dünyaya gözkulak olacak birşeyler bırakma uğraşına girmesidir çözüm.
Elbette, bunu yapmak ölümü tamamen çekilir bir hale getirmeyecektir.
Belkide bu yüzden yaşlanmak var, bu yüzden sağlık sorunları var.
Öbür türlü, tamemen sağlıklı, güçlü ve enerjikken ölmek çok daha zor olurdu.
Derin konular bunlar gerçekten, ancak abidikgubidik dizilere her gün saatler vermek yerine, bence daha sık olarak, insanın kendi içine dönerek, kendini ve yaşama amacını sorgulaması gerek.
 
B3RkOvi dedi:
Olum hakkinda en guzelini eskiya filminde ustad Sener Sen soylemis bence.


"Korkma, sadece toprağa gideceksin. Sonra toprak olacaksın. Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin. Oradan özüne ulaşacaksın. Çiçeğin özüne bir arı konacak. Belki... belki o arı ben olacağım

https://www.youtube.com/watch?v=QMO4Ah43M_g

Biraz Konu disi olacak, ama demeden gecemeyecegim.

Pazartesi gecesi Alman kanalinda tekrar seyrettim, bu filmi defalarce seyredebilirdim, müthis film ve süper perfonmans Sener senden!
 
insanın kendi içine dönerek, kendini ve yaşama amacını sorgulaması gerek.
karasan insanin yasama amacini sorgulamasini gerek demissin.sence insanin en büyük yasama amaci allaha olan kulluk görevini yapmasi degilmidir
 
sivasli dedi:
insanın kendi içine dönerek, kendini ve yaşama amacını sorgulaması gerek.
karasan insanin yasama amacini sorgulamasini gerek demissin.sence insanin en büyük yasama amaci allaha olan kulluk görevini yapmasi degilmidir

Evet bahsedilsin bu konulardan benim hoşuma gider, umarım güzel biryerlere varılır.
 
sivasli dedi:
insanın kendi içine dönerek, kendini ve yaşama amacını sorgulaması gerek.
karasan insanin yasama amacini sorgulamasini gerek demissin.sence insanin en büyük yasama amaci allaha olan kulluk görevini yapmasi degilmidir
Ben farklı düşünüyorum...
 
Karasan dedi:
sivasli dedi:
insanın kendi içine dönerek, kendini ve yaşama amacını sorgulaması gerek.
karasan insanin yasama amacini sorgulamasini gerek demissin.sence insanin en büyük yasama amaci allaha olan kulluk görevini yapmasi degilmidir
Ben farklı düşünüyorum...

Ölüm ötesi, var olmak veya var olmamak düşüncesi çok ağır ve karanlık bir mesele olduğu için çoğumuz bu olaylara pratik, alışılmış, emin ve sağlam bulduğumuz içinde yaşadığımız maddesel Dünya ya çeviririz ilgimizi fikrimizi ve düşünce yapımızı veya inançlarımızı, bu tamamen bir özgür irade ve saygı duyulması gereken birşeydir. Fakat önemli bir çoğunluğun yarasına kesinlikle merhem olmamaktadır nedense.
 
bu senin hayatin farkli düsünmekte tabiki özgürsün karasan .
ama bu dünyada bi deneme sürecindeyiz.topraktan geldik topraga gidecegiz.eger bu dünya kalsaydi ve gercek olsaydi ilk önce peygamberimiz hz muhammede kalirdi O ölmezdi....
 
Arkadaslar yine konu kural disi olmaya dogru gidiyor, biliyorum bu konuda dinler hakkinda konusmamak biraz zor.
Kurallar:
Dini baskı içeren mesajların sahipleri siteden uyarılmaksızın uzaklaştırılacaklardır.

Bu nedenle dikkat etmenizi tavsiye ederim.
 
Karasan dedi:
Dinsel inanış insanı ölüme karşı rahatlatır, gerçekten imanı sağlam bir insan yaradanına kavuşacağı ve asıl sonsuz hayata ulaşacağı için sevinebilir.
Ben Tanrıya inanıyorum, ölümün ne olduğuna dair bir fikrim olmamakla beraber iyimserim ölümün son olmadığı konusunda.
Ancak cennet düşüncesi beni hiç avutmuyor.
Açıkcası şu da var, sağlıklı bir insan olarak ölüme ve dünyaya bakmaktayız.
Bunu unutmamak lazım, yani sakat, çok çirkin, ne bileyim, hayat içinde mutlu olma şansı bizlerden çok daha düşük birisi için, dinsel inanışları olmasa bile reenkarnasyon gibi çıkış noktaları aramak mantıklı olabilir.
Ancak yaşamaktan memnun, ortlama bir insan olarak, ben dinsel huzurdan yoksun biri olduğumuda ekleyerek kendime göre bir çözüm yolu biliyorum.
Benim gibi insanların yaşamına anlam katacak temel şey, kendini aşan bir iş yapmaktır.
İş derken, bu bir anlık birşey değildir.
Bu çok büyük bir holding kurmak olabilir, harika resimler yapmak ya da güzel bir roman yazmak olabilir.
Ya da çok güzel bir aile kurmak ve harika evlatlar yetiştirmek olabilir.
Yani insanın kendi izlerini taşıyan, kendisinden sonra varolmaya devam edecek, dünyaya gözkulak olacak birşeyler bırakma uğraşına girmesidir çözüm.
Elbette, bunu yapmak ölümü tamamen çekilir bir hale getirmeyecektir.
Belkide bu yüzden yaşlanmak var, bu yüzden sağlık sorunları var.
Öbür türlü, tamemen sağlıklı, güçlü ve enerjikken ölmek çok daha zor olurdu.
Derin konular bunlar gerçekten, ancak abidikgubidik dizilere her gün saatler vermek yerine, bence daha sık olarak, insanın kendi içine dönerek, kendini ve yaşama amacını sorgulaması gerek.


başlığı görünce aklıma karasan geldi. kesin yazacak bir şeyleri vardır dedim :)
karasan, senin iyi bir tartışmacı olduğunu düşünüyorum.

söylediklerine saygı duyuyorum. ama katılmıyorum. söylediklerinden bir şey kafama takıldı.

cennet düşüncesi beni hiç avutmuyor demişsin. bence bu gerçeği araştırırsan gerçek anlamda avunduğunu hissedeceksin.

bu dediğim aynı, bildiğimiz bir şeyi unutmamak için tekrar yapmaya benzer. dini konularda bilgilerini tekrar etmek veya yeni bir şeyler öğrenmeye çalışmak hem seni bu gerçeğe yakınlaştırır, hemde manevi olarak avunmanı sağlar.

her neyse. bir de (karasan buraları sana ithafen yazmıyorum :) ) insan bir şeylere tapınma fıtratı üzerine yaratılmıştır.

yani ilk çağ insanlarına baktığımızda putlara taptıktıklarını anlayabiliyoruz ve biliyoruz. bu birşeyleri açıklamaya yeterde artar.

insanlar acizdir. insanlar hiçbir şey kadar hiçbir şeydir. tapmaya ve inanmaya mecburdurlar. Allah a inanmazsın, gidersin araba na taparsın. gidersin evine taparsın. ama taparsın neticede.

ölümden korkmuyorum. hatta çok ta istiyorum ölmeyi. ölmek çok güzel ve cazip geliyor bana. yaşım 22 olmasına ve çalışıp para kazanmama rağmen hiç birşey de gözüm yok, olamıyor.

ne bir ayakkabı ne bir mont ne bir başka birşey. ölümü hatırlayarak yaşıyorum her an. bu şekilde yaşamasam belkide dönüşü olmayan bir hata yapabilirim.

hee, yaşama amacın yok mu peki diyen olur şimdi.

var tabiiki. hatta planlarım da var. ama kısa süreli planlar. ileriyi düşünüp kısa süreli planlar yapıyorum.

ne bir ayakkabı ne bir mont ne bir başka birşey. ölümü hatırlayarak yaşıyorum her an. bu şekilde yaşamasam belkide dönüşü olmayan bir hata yapabilirim.

yani hayata kalın halatlarla değil, pamuk ipliği ile bağlıyım. hayatta iken yaşadığım her an, sevdiklerimle vakit geçirmek var aklımda. hiç birşey den pişman olmadan, hiç bir şey için geç olmadan.

sadece yaşlılar ölmüyor. yeni doğmuş bir bebe de ölebiliyor, arkadaşlarıyla dışarıda eğlenmeye çıkan fakat nereden geldiği belli olmayan bir kurşun tarafından, nereden geldiği belli olmayan ölüm tarafından hayatının baharındaki bir gençte. veya babam gibi, orta yaş denilen 35 inde de ölebiliyor insan.

sual olmuyor Allah ın hikmetinden. bir yakınımızın başına gelen ölümde veya kendi başımıza gelen, veya bir olayda hayır aramak en doğru yol oluyor ölüme karşı.

ölümü kabullendiğimiz zaman ölümü çoktan yenmiş olacağız. bu kadar..
 
ZERO dedi:
cok garip degil mi ölüm.ailenden sevdiklerinden ayrılıyorsun unutuluyorsun.yok oluyorsun
sizler ölüm hakkında neler düsünüyorsunuz.sanki bi yolculuk mu desek bir sessiz gemimi desek nedesek bilmiyorum.ama ben cok korkuyorum sanırım içim bi garip oluyor :cry:

“Soluduğun şeyin hava olduğunu mu sanıyorsun?” Ortada hava diye bir şey yok. Sadece, solumazsak öleceğimize inanıyoruz.
 
Back
Yukarı