Kıyamet kimin başına kopacak; yaşayan
herkes kıyameti görecek mi? Kıyamet
kopmadan önce, müminlerin ruhlarının
alınacağı doğru mudur?
Kullanıcı: gügü | Tarih: Paz, 14/01/2007 - 23:18
Sorunun Detayı
Değerli kardeşimiz;
Ahir zamanda fitneler birbiri üstüne gelecek ve
insanlar imandan, Kur'an'dan ayrılacaklar. Ahlâk
dağlara çıkacak, adaletin sadece adı kalacak ve
zulümler kara bulutlar gibi dünyayı sarıp
kaplayacaktır. Bunlar, Hz. Peygamber (asm) tarafından
onlarca hadislerle anlatılan ve artık herkesin bildiği
hadislerdendir.
Öyle ki, kıyamet yaklaştıkça insanlar, mümin olarak
yatacak, kafir olarak sabahlayacak veya mümin olarak
sabahladığı halde, gündüz yaşadığı olaylar veya yaptığı
tartışmalara, taraf olduğu kişiler sebebiyle akşama
kafir olacaktır.(1)
Kıyametin dinini imanını kaybetmiş şerlilerin, kötülerin
ve kötülüğün temsilci ve yayıcısı olan kafirlerin üzerine
kopacağı ve kopmadan az önce de olsa, o dehşeti
yaşatmamak için Allah’ın rahmetinin bir eseri olarak
müminlerin ruhlarının alınacağı, bu dehşetten imanları
hatırına korunacakları(2) hususu, öteden beri bilinen
bir husustur ki, bunun mantıki sebepleri de vardır.
Çünkü Allah (cc), bu dünyayı kendisine inanılıp ibadet
edilmesi için yaratmıştır ve böyle bir mülkün sahibinin,
istediği yerine getirilmeyince, burayı iptal etmesi
normaldir. Bunu bir iş yerine veya sahibinin istediği
doğrultusunda çalışmak üzere kurulmuş bir işe
benzetebiliriz. Kâr etmeyen bir işin veya bir iş yerinin
en kolay ve en doğal çözümü işin iptal edilmesi veya iş
yerinin başka bir yerde açılması mantık bakımından en
doğru seçimdir.
İşte bu sebeple de kıyametin, onu inkar edenlerin başına
kopması ve neticeyi hiç olmazsa bir kısmının gözleriyle
görmesi de normaldir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de
inkarcıların onu yalanlamalarına ait birçok ayetten
birkaçını burada nakledip konunun daha iyi
anlaşılmasını sağlamak istiyoruz:
“İnkârcılar: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki:
Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka
size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir
şey bile Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve
daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır
(yazılıdır). ”(Sebe, 34/3)
Ayette, en küçükten en büyüğe kadar yerde ve gökte
bulunan her şeyin kendi ilminde kayıtlı olduğunu veya
kitaptan maksat Kur'an veya Levh-i Mahfuz adlı her
şeyin kaderinin yazılı olduğu yerde saklı bulunduğunu
ifade eden yüce Allah (cc), kafirlerin başına kıyameti
koparacağını açıkça ifade ediyor. Sanki Allah ile
aralarında bir anlaşma varmış gibi ukalaca tavırlarıyla
“kıyamet bize gelmeyecek”, “gelse gelse o, ancak size
gelir...” gibi günümüzde de duyduğumuz kafirce
tavırları sebebiyle, hem Hz. Peygamberi (asm), hem de
müminleri alaya alanlar, bu söz ve davranışları
sebebiyle bile kıyametin kopması için bir sebep
oluşturuyor, belanın düğmesine dokunuyorlar. Çünkü
iş inada binince olmayacak olsa bile olur. Nasıl ki, bir
suçlu veya adi bir adam bir hakime, sen beni mahkum
edemezsin dese, o hakim de eğer izzet ve onur varsa,
kendisine yapılan bu hakaret için bile, o suçluyu veya
hakaret eden adamı mahkum eder; olmasa bile bir
hapishane yaptırıp içine atar. Aynen bunun gibi, Yüce
Allah da, kendisini inkar edenleri, sorumsuzca yaşayıp
kul hakkı yiyenleri ve insanlara zulmedenleri
cezalandırmak için bile olsa kıyameti koparıp
cehenneme atacaktır. Kaldı ki, kıyamet mutlaka
kopacak ve Allah (c.), insanları hesaba çekecektir. Bu
bilinen veya bilinmesi gereken mutlak/kesin bir
gerçektir. Ancak onun gerçek sebebinin ve saatinin ne
zaman tahakkuk edeceğini ezeli ilmiyle bildiği için
sadece vaktini ertelemektedir:
“Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları biz,
şüphesiz yerli yerince ve belli bir süre için yarattık.
İnkâr edenler, uyarıldıkları şeylerden yüz
çevirmektedirler.” (Ahkaf, 46/3)
Elbette bu inkarları ve sorumluluktan kaçıp yüz
çevirmeleri de boşunadır. Nitekim bunun pişmanlığını
sonra duyup ellerini dizlerine vuracaklar ama iş işten
geçmiş olacak:
“O gün (kıyameti) yalanlayanların vay haline!..” (Tur,
52/11)
Bir de ayetlerin ötesinde Hz. Peygamber (asm)’in bu
konudaki çok açık ve net hadisleri vardır ki, bunlardan
biri Enes (ra)’den nakledilmiştir ve şöyledir:
“Kıyamet, Allah Allah diyen bir kimsenin üzerine
kopmayacaktır.” (3)
Ya da hadisi, Tirmizi’nin rivayet ettiği şekliyle tercüme
edersek, “Yeryüzünde Allah Allah diyen
kalmayıncaya kadar kıyamet kopmaz.” Başka bir
hadis-i şerifte ise açıkça, kıyametten önce az dahi olsa
inanan herkesin ruhlarının alınacağı ve kendilerinde
iyilik ve hayır bulunan hiç kimsenin kalmayacağı
belirtilerek, kıyametin bunların başına kopacağı
bildirilmektedir.
Hz. Ayşe’den nakledilen hadiste, Hz. Peygamber (asm)
bir gün:
“Lât ve Uzza'ya (tekrar) tapılmadıkça gece ile
gündüz gitmeyecektir!” buyurdular. Bunun üzerine
Hz. Ayşe:
“Ey Allah'ın Resulü! Allah (c.), “O Allah ki Resûlünü
hidayet ve hak dinle göndermiştir, ta ki onu bütün
dinlere galebe kılsın.” (Saff, 61/9) ayetini indirdiği
zaman, ben bunun tam olduğunu zannetmiştim!” demiş.
Hz. Peygamber (asm) ise cevap olarak;
“Bu hususta Allah'ın dediği olacak. Sonra Allah hoş
bir rüzgâr gönderecek. Bunun tesiriyle kalbinde
zerre miktar imanı olanın ruhu alınacak. Kendisinde
hiçbir hayır olmayan kimseler dünyada baki
kalacaklar ve bunlar atalarının dinlerine
dönecekler!” buyurmuştur.”(4)
Ebu Hureyre (r.)’den nakledilen bir hadiste ise, bu
rüzgarın ipekten daha yumuşak olacağı ve Yemen
tarafından geleceği(5) de başka bir hadiste
bildirilmektedir.
Öyle veya böyle ikisi de aynı anlamı geliyor ki,
kıyametten önce müminlerin tamamı, ya Allah’ın bir
lütfu olarak, ya da kıyametin kaderinin bir parçası
olarak, temizlenecek, ruhları o günden önce
alınacaktır. Çünkü o gün dehşeti gören kafirler iman
etmeye kalkacak, ama kendilerinden iman kabul
edilmeyecektir. İşte bu dehşeti yaşatmamak için Allah
önceden müminlerin vefat etmesini sağlayacaktır.
Bilemiyoruz belki de dehşet anı insanın aklını başından
aldığı için imanlarını da kaybettirecektir. Fakat, o ana
kadar iman etmemiş olanların, gördükleri dehşet ve
Allah’ın gücünün, kudretinin bu kadar açık tezahürü
imansızların çoğunu o gücü kabul edip iman etmeye
zorlayacaktır ki, buna az önce kaydettiğimiz ayetlerin
yanı sıra hadislerde de açıkça yer veriliyor. Bunlardan
birinde, Ebu Hureyre (r.)’in a anlattığına göre Hz.
Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:
“Güneş, battığı yerden doğmadıkça Kıyamet kopmaz.
Batıdan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman
eder. Ancak, daha önce inanmamış veya imanının
sevk etmesiyle hayır kazanamamış olan hiç kimseye
bu iman fayda sağlamaz.” (6)
Çünkü artık imtihan zamanı bitmiş, sınav salonu iptal
edilmiştir. Bu sebeple artık yeniden imtihan salonuna
girmek de imtihan olmak da mümkün olmayacaktır.
Yine kıyametin kafirler üzerinde kopacağına dair,
dünyada itibar gören insanların şerefsizliği konu
edilerek, Huzeyfe (ra)’den rivayet edilen bir hadis-i
şerifte Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler
teşkil etmedikçe Kıyamet kopmaz.” (7)
Kıyametten hemen önce ortaya çıkan bu adiler, isterse
iman ettiklerini iddia etsinler, Allah nazarında önemi
yoktur. Bu yüzden bunlar da kıyametin kopma
sebeplerinden birini teşkil etmektedir. Çünkü Allah
nazarında önemli olan kamil iman sahibi olmak ve
inandığı gibi yaşamaktır. Yoksa öbür türlü herkes
kendine göre bir şeylere inanıyor ve şuursuz, bilinçsiz
olarak “Allah”, veya dini terimleri telaffuz ediyor.
Böyle, inanmadığını söyleyen biriyle bir şekilde birlikte
olduk ve “inşallah, maşallah” gibi tabirlerini
kullandığına şahit olunca, “Hani sen inanmıyordun, o
zaman bunları niye telaffuz ediyorsun?” deyince, verdiği
cevap şu olmuştu: “Ağız alışkanlığı, hoca nihayet biz
bu kültürle büyüdük!..”
Evet bu kültürle doğup büyüyen ve sonradan
yabancılaşanlardan bir başkası da sekiz günlük Bosna
ziyaretimiz sırasında, bir şehitlikte okuduğum
Kur'an'dan ve yaptığım duadan etkilenerek, epeyi
hislenmiş ve bir takım kimselerin ağlaması karşısında o
da bayağı etkilenmişti. Belki de bunun neticesi olarak
bana biraz yakınlık duymuş, daha sonra da sürekli
beraber olduğu arkadaşlarından birine adeta bir
vasiyet niteliğinde şöyle demiş:
“Ben hocadan önce ölürsem, onu mutlaka mezarımın
başına getirin ve bana da böyle bir Kur'an okuyup dua
etmesini kendisinden benim ricam olarak isteyin...”
Bunu, kendisi de etkilenen o arkadaşı bana ulaştırdı.
Ben de sekiz günlük yolculuğumuz bitip geri dönünce
vedalaşırken;
“Allah seni güzelce inanıp iman etmeden öldürmesin...”
diye, sözlerine telmih yaparak dua edince güldü ve yine
o sözünü tekrar etti:
“Hoca bu sana vasiyetimdir. Benim dinle falan fazla
ilgim yok ama senden önce ölürsem, o Kur'an ve duayı
ben de istiyorum, lütfen mezarımın başına gelip yap...”
dedi. Ben de söz verdim, yapacağım. Ama benim duam
senin için ne ifade eder bilmem ki a güzel dostum!.. Bu
işin zamanında olması ve gereken görevlerin hiç
olmazsa bir kısmının yapılması gerekiyor veya en
azından yürekten inanmak gerekiyor. Zira, kırk sene
kendisini himaye eden amcası Ebu Talip için
“affedilmesi için dua edeceğine yemin eden” Allah Rasülü
(asm), bu konuda
“Cehennemlik oldukları belli olanlarla müşrik
olarak ölenler için yakın akrabaları bile olsalar,
Peygamber ve müminler asla istiğfar edemezler
(onlar için Allah’tan af isteğinde
bulunamazlar).” (Tevbe, 9/113)
ayeti ile Allah’tan ihtar almış ve bunu yapmaması
konusunda uyarılmıştır. Ayrıca çok üzülmesine karşılık
olarak da yine büyük yerden teselli gelmiş ve
“Sen istediğine hidayet edemezsin...” (Kasas, 28:56)
denilmiştir. Böyledir çünkü, insan kendisi Allah’tan
hidayetini istemeli ve Onun yolunda olmaya özen
göstermelidir. Böylesine hassas bir yüreğe sahip olan ve
maalesef bu konuda eli-kolu bağlanıp çaresiz kalan Hz.
Peygamber (asm)'in dualarının yanında bizim
dualarımızın lafı mı olur... Ama madem onun gönlü
öyle istiyor, belki ölmeden önce hidayete erişir de
hakkında daha hayırlı bir iş gerçekleşir ve bize de
ihtiyacı kalmaz. Bu vesileyle bir üzüntümü de sizlerle
paylaşmak istiyorum...
Bu sözden sonra o zaman, benim içime bir ateş düştü.
Bu okunan bir Kur'an-ı Kerim'le bile kalbi yumuşayıp
hislenen ve yakınlık hissi duyan, “Bu tür
arkadaşlarımızın, dinden uzaklaşmasına acaba biz mi
sebep oluyoruz?..” diye çok düşündüm. Eğer öyleyse
“vay bizim halimize ve çekeceğimiz vebalimize!..” Eğer
bu adamlar, dini bizim şahsımızda görüp de
hatalarımızdan dolayı uzaklaşmışlarsa, biz bu işin
altından kalkmayız... Evet belki de perde olan ve
gölgeleyen bizleriz. Bu konunun dertlisi olan
Bediüzzaman da öyle diyor zaten:
“Eğer biz, İslamiyet’i şahsımızda samimiyetle yaşayıp
örnek olabilseydik –herhalde, değil kendi içimizde
yetişenler, kültürümüzü paylaşan ve kısmen de olsa bazı
örf ve adetlerle dinin bir kısmını da olsa paylaşan ve pek
çoğu da şeyhlerin, hacıların, hocaların çocuğu veya
torunu olan kişiler– sair dinlerin mensupları dahi
İslam’a girip Müslüman olacaklardı...”
Ama ne yazık ki, biz böylesine önemli olan bir temsil
görevini yapamadık!..
Dipnotlar:
(1) Tirmizi, Fiten, 30; Ramuz el-Ehadis, 299:4.
(2) Buhari, Fiten, 13; Rikak, 9; Tecrid-i Sarih Terc. XII,
182; Müslim, İman, 234; Fiten, 52; Tirmizi, Fiten, 9, 35,
37; İbn-i Mace, Fiten, 25; Bediüzzaman, Şualar, s.
490-491.
(3) Müslim, İman 234, (148); Tirmizi, Fiten 35, (2208).
(4) Müslim, Fiten 52, (2907).
(5) Müslim, İman 185, (117).
(6) Buhari, Rikak 39, İstiska 27, Zekat 9; Müslim, İman
248, (157); Ebu Davud, Melahim 12, (4312).
(7) Tirmizi, Fiten 37, (2210).