DEXTER JACKSON
Özel Üye
'Hollywood hayranlığını bırakın kendi sinemanıza sahip çıkın'
'Hollywood ayarındaki' Fransız yönetmen Luc Besson, 'Arthur ve Minimoylar'ın galası için Türkiye'deydi. Bu filmle yönetmenliği bıraktığını açıklayan Besson, başta gazeteciler, herkese "Hollywood hayranlığını bırakın, ulusal sinemaya destek verin." çağrısında bulundu.
Meşhur 'Taksi' serisinin, unutulmaz Leon'u, Jeanne D'arc efsanesinin yönetmeni Luc Besson, 1997'de 5. Element için gelişinden sonra bir kez daha Türkiye'de. Yönetmen bu kez son -ama gerçekten son- filmi "Arthur ve Minimoylar" için ülkemizde. Dün gece İş Sanat'taki gala öncesi Çırağan Sarayı'nda soruları cevaplayan yönetmenin huysuzluk yapabileceği bekleniyordu önceki tecrübelerden. Ancak kendisi herkesi şaşırtarak önce gazetecilere sabahın erken saatinde geldikleri için teşekkür etti, soruları özenle cevapladı ve gayet mütevazı bir portre çizdi. "Arthur ve Minimoylar" ile sonuna geldiği yönetmenlik serüveni için "Bu kadar film yapıp kendimi ifade edebildiğim için şükran duyuyorum. Kendimi tekrarlamak istemem." derken çekilen fotoğraflarına bakıp, "Çok kötü! Resim güzel; ama model kötü." yorumunu yaptı. Belli ki yıllar Besson'u da olgunlaştırmış. Ancak ülkemizdeki organizasyon işleri hâlâ belli bir olgunluğa gelmemiş ki Zaman, ne hikmetse özel röportajlar listesinde yer almıyordu ve üstelik bu bilgi son dakikada haber verildi. Neyse ki bunlardan haberi olmayan yönetmenimiz canayakın tavırlarını esirgemedi...
"Sinemadan beslenilmez"
"Arthur ve Minimoylar", ailesinden uzakta büyükannesiyle yaşayan Arthur adlı küçük bir çocuğun, evlerini arazi mafyasından korumak için kayıp dedesini ararken keşfettiği bambaşka bir dünyadaki maceralarını konu alıyor. Çocukluğunu ailesiyle birlikte Akdeniz civarında geçiren yönetmen, o yaşlarda dalışla ilgiliymiş daha çok. Televizyonun, sinemanın ve internetin olmadığı, balıklar ve kayalarla yarenlik ettiği dönemlerde kendisi de Arthur gibi farklı dünyalarda yaşarmış; hayalen tabii! Bütün filmlerinde de bu hayal dünyasından beslendiğini söylüyor ve film çekmek için sinemadan beslenmeye kesinlikle karşı çıkıyor; "Sinema için sinemadan beslenmek, kendi içinde evlenen aileler gibidir; ortaya canavarlar ve hilkat garibeleri çıkar." diyor. Bu yıllarda kendisine bir de yazı eşlik etmiş. Nitekim Arthur'un hikâyesi de öncelikle kitap olarak yayımlandı. Besson, "Ülkemdeki gazetecilerin 'Ne yapıyorsunuz? Ne yapıyorsunuz?' şeklindeki sorularından kurtulmak için kitabı yazdım. Çünkü filmi 5 yıldan önce çekemeyeceğimi biliyordum." dese de yazının sağladığı özgürlükten istifade ettiğini, hatta bunu 'suiistimal' ettiğini de gizlemiyor: "Filmde anlık görünecek bir arının çiçeğe konmasını, 15 sayfada anlattım. Müthiş!" Bu özgürlüğü keşfinin etkisi de var mıdır bilinmez; ama Besson bundan sonra film çekmeyecek: "30 sene sinemayla uğraşınca insan mücadele arzusunu yitiriyor doğal olarak. Çok uzun zamandır 10 film yapacağımı söylüyordum zaten. İnsan böyle bir sınırlama getirince daha titiz davranabiliyor. Başarılı bir yönetmenseniz Los Angeles'tan her hafta yeni bir proje gelir. Bunları değerlendirirken de yardımcı oldu bu kriter. Bir film daha olsun diye film yapmam." Neden 10, diye merak edenler için de "Yuvarlak bir rakam, on parmağımız var, Pamuk Prenses ve on cüceler.." gibi cevapları var!
10 bin yıl yetecek hikâyeniz var
Besson'un, Fransız sinema geleneğine hiç de benzemeyen filmleri eleştirmenlerce pek makbul değil. Gerçi o da kendini "Eleştirmenler kimin umurunda!" diye savunmuştu ama meğer Hollywood hegemonyasından o da dertliymiş. "Bütün ülkeler için ulusal sinemadan yanayım." diyen Besson, kendi filmlerinin de tümüyle Fransız filmi olduğunu söylüyor: "5. Element'in en az seyredildiği yer Amerika. Kahraman Amerikalı bir kadın değil, sözleri anlaşılmıyor, siyahî bir başkan var. Bu nedenle Amerika'da çok ilgi görmedi. Bir filmde çok hareket olması Amerikan filmi olduğu anlamına gelmez." Besson'a göre geçmişinden faydalanabilecek Avrupa sinemasına büyük rol düşüyor. Türk sinemasının ise "10 bin sene film yapacak kadar hikâyeye sahip!" olduğu görüşünde. Basının, Amerikalı yönetmen\ oyunculara aşırı ilgi göstermesini de eleştiren Besson, "Amerikan basınının Avrupa sinemasına hemen hiç yer vermediğini unutmayın!" diye iki arada bir derede gazetecileri de ikaz etti.
Elif Tunca
20/12/2006
'Hollywood ayarındaki' Fransız yönetmen Luc Besson, 'Arthur ve Minimoylar'ın galası için Türkiye'deydi. Bu filmle yönetmenliği bıraktığını açıklayan Besson, başta gazeteciler, herkese "Hollywood hayranlığını bırakın, ulusal sinemaya destek verin." çağrısında bulundu.
Meşhur 'Taksi' serisinin, unutulmaz Leon'u, Jeanne D'arc efsanesinin yönetmeni Luc Besson, 1997'de 5. Element için gelişinden sonra bir kez daha Türkiye'de. Yönetmen bu kez son -ama gerçekten son- filmi "Arthur ve Minimoylar" için ülkemizde. Dün gece İş Sanat'taki gala öncesi Çırağan Sarayı'nda soruları cevaplayan yönetmenin huysuzluk yapabileceği bekleniyordu önceki tecrübelerden. Ancak kendisi herkesi şaşırtarak önce gazetecilere sabahın erken saatinde geldikleri için teşekkür etti, soruları özenle cevapladı ve gayet mütevazı bir portre çizdi. "Arthur ve Minimoylar" ile sonuna geldiği yönetmenlik serüveni için "Bu kadar film yapıp kendimi ifade edebildiğim için şükran duyuyorum. Kendimi tekrarlamak istemem." derken çekilen fotoğraflarına bakıp, "Çok kötü! Resim güzel; ama model kötü." yorumunu yaptı. Belli ki yıllar Besson'u da olgunlaştırmış. Ancak ülkemizdeki organizasyon işleri hâlâ belli bir olgunluğa gelmemiş ki Zaman, ne hikmetse özel röportajlar listesinde yer almıyordu ve üstelik bu bilgi son dakikada haber verildi. Neyse ki bunlardan haberi olmayan yönetmenimiz canayakın tavırlarını esirgemedi...
"Sinemadan beslenilmez"
"Arthur ve Minimoylar", ailesinden uzakta büyükannesiyle yaşayan Arthur adlı küçük bir çocuğun, evlerini arazi mafyasından korumak için kayıp dedesini ararken keşfettiği bambaşka bir dünyadaki maceralarını konu alıyor. Çocukluğunu ailesiyle birlikte Akdeniz civarında geçiren yönetmen, o yaşlarda dalışla ilgiliymiş daha çok. Televizyonun, sinemanın ve internetin olmadığı, balıklar ve kayalarla yarenlik ettiği dönemlerde kendisi de Arthur gibi farklı dünyalarda yaşarmış; hayalen tabii! Bütün filmlerinde de bu hayal dünyasından beslendiğini söylüyor ve film çekmek için sinemadan beslenmeye kesinlikle karşı çıkıyor; "Sinema için sinemadan beslenmek, kendi içinde evlenen aileler gibidir; ortaya canavarlar ve hilkat garibeleri çıkar." diyor. Bu yıllarda kendisine bir de yazı eşlik etmiş. Nitekim Arthur'un hikâyesi de öncelikle kitap olarak yayımlandı. Besson, "Ülkemdeki gazetecilerin 'Ne yapıyorsunuz? Ne yapıyorsunuz?' şeklindeki sorularından kurtulmak için kitabı yazdım. Çünkü filmi 5 yıldan önce çekemeyeceğimi biliyordum." dese de yazının sağladığı özgürlükten istifade ettiğini, hatta bunu 'suiistimal' ettiğini de gizlemiyor: "Filmde anlık görünecek bir arının çiçeğe konmasını, 15 sayfada anlattım. Müthiş!" Bu özgürlüğü keşfinin etkisi de var mıdır bilinmez; ama Besson bundan sonra film çekmeyecek: "30 sene sinemayla uğraşınca insan mücadele arzusunu yitiriyor doğal olarak. Çok uzun zamandır 10 film yapacağımı söylüyordum zaten. İnsan böyle bir sınırlama getirince daha titiz davranabiliyor. Başarılı bir yönetmenseniz Los Angeles'tan her hafta yeni bir proje gelir. Bunları değerlendirirken de yardımcı oldu bu kriter. Bir film daha olsun diye film yapmam." Neden 10, diye merak edenler için de "Yuvarlak bir rakam, on parmağımız var, Pamuk Prenses ve on cüceler.." gibi cevapları var!
10 bin yıl yetecek hikâyeniz var
Besson'un, Fransız sinema geleneğine hiç de benzemeyen filmleri eleştirmenlerce pek makbul değil. Gerçi o da kendini "Eleştirmenler kimin umurunda!" diye savunmuştu ama meğer Hollywood hegemonyasından o da dertliymiş. "Bütün ülkeler için ulusal sinemadan yanayım." diyen Besson, kendi filmlerinin de tümüyle Fransız filmi olduğunu söylüyor: "5. Element'in en az seyredildiği yer Amerika. Kahraman Amerikalı bir kadın değil, sözleri anlaşılmıyor, siyahî bir başkan var. Bu nedenle Amerika'da çok ilgi görmedi. Bir filmde çok hareket olması Amerikan filmi olduğu anlamına gelmez." Besson'a göre geçmişinden faydalanabilecek Avrupa sinemasına büyük rol düşüyor. Türk sinemasının ise "10 bin sene film yapacak kadar hikâyeye sahip!" olduğu görüşünde. Basının, Amerikalı yönetmen\ oyunculara aşırı ilgi göstermesini de eleştiren Besson, "Amerikan basınının Avrupa sinemasına hemen hiç yer vermediğini unutmayın!" diye iki arada bir derede gazetecileri de ikaz etti.
Elif Tunca
20/12/2006